Doktor Maria Montessori’nin eğitim dünyasına adım atışı engelli çocukların eğitimleri konusunda yaptığı bir denemeyle başlar. Tıp Fakültesinden mezun olurken doktora çalışmasını psikiyatri üzerine yazan Maria Montessori tezini bitirmiş olmasına rağmen Roma’daki akıl hastanesi ile ilişkisini kesmez ve gönüllü asistan olarak ilişkisini sürdürür. Bu ziyaretler sırasında bir odada bulunan bir grup zihinsel engelli çocuğun mahkumlar gibi kapalı tutulmakta olduklarını ve bu çocukların birbirlerinin dışında hiç kimseyi göremediklerini gözlemler.
Çok iyi bir gözlemci olan Maria Montessori bu çocukların deneyime aç olduklarını anlar. Çevrelerinde dokunabilecekleri, hissedebilecekleri ya da ellerini ve gözlerini çalıştırabilecekleri hiçbir şey yoktur. Ona göre bu çocukların, bakımları ile ilgilenen kişilerin hiç bir zaman tahmin bile edemeyecekleri bir gereksinimleri var gibidir. Akılları tamamen kullanılamaz durumda değildir, yalnızca kullanılmamaktadır. Uyaran bulduklarında reaksiyon göstermektedirler.
Hasta ziyaretleri ile hastanedeki ve psikiyatri kliniğindeki iş arasında sürekli o çocukları düşünür; bu arada birkaçını tedavi için kliniğe getirir. Zihinsel engelli çocuklar hakkında bulabildiği her şeyi okumaya başlar ve kısa sürede Jean-Marc-Gaspard Itard’ın ve öğrencisi Edouard Séguin’in yapıtlarına ulaşır. Bu sırada bilhassa hem eğitilebilir çocuklar hem de akıl hastanesinden gönderilen zihinsel engelli çocuklarla yaptığı çalışmalarda geliştirdiği materyallerle kendi yöntemlerini geliştirecektir.
Bu çocukların içlerinde okuma yazma öğrenenler olur ve bunlar bir devlet yeterlilik sınavında normal çocuklara yakın bir başarı gösterirler. Bu başarı Montessori’nin “eğitimci” özelliğini de ortaya çıkaracaktır. Ancak Maria Montessori’nin engelli çocuklarla geliştirdiği yöntem kısa bir süre sonra çıkış kaynağı unutularak sadece normal çocuklara uygulanmaya başlanır.
Montessori Eğitimi’nin engelli çocuklara yeniden dönüşü 1968 yılında Münih’te Profesör Theodor Hellbrügge’nin engelli ve engelli olmayan çocukların birlikte eğitimini sağlamak konusunda yaptığı araştırmalarda Montessori Eğitiminin bunu temelde olanaklı kılacağını keşfetmesiyle değişir.
1977 yılında Almanya’nın Münih kentinde Mario Montessori’nin açılış konuşmasını yaptığı 18. Enternasyonal Montessori kongresi İlk kez engelli çocukların problemlerini konu eden bir Enternesyonal Montessori Kongresi olarak adlandırılır ve 42 farklı ülkeden gelen 2500 katılımcıyla gerçekleşmiştir.
Ancak Montessori Metodunun engelli çocuklarda uygulanması tarihi Almanya’da biraz daha öncelere dayanır.1960’lı yıllarda Alman Eğitim Kurulu’nun okul öncesi eğitim programlarını yenileme amaçlı çalışmaları için yapılan araştırmalar arasında Münih Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediyatristlerinden Profesör Dr. Theodor Hellbrügge’nin engelli çocukların engelli olmayan yaşıtlarıyla birlikte eğitimini amaçlayan arayışları onu Montessori Pedagojisi ile tanıştıracaktır.
Profesör Hellbrügge, engelli ve engelli olmayan çocukların birlikte eğitildikleri ilk Montessori-Anaokulu’nun kuruluşunda, Maria Montessori’nin doğrudan öğrencisi olmuş olan Bayan Margarete Aurin’le karşılaşma şansına sahip olur. Margarete Aurin Münih Çocuk Merkezi’nde – uluslararası Montessori-Eğitimi’nde ilk kez olmak üzere – engelli ve engelli olmayan çocuklar için sistematik biçimde ortak bir eğitim uygulamaya başlar. Bir çocuk doktoru olarak Profesör Hellbrügge’ye göre entegre eğitim, özellikle de sosyal pediatri açısından çok farklı bir anlam taşımaktadır. Engelli çocukların bilhassa küçük çocukluk yaşlarında sosyal gelişimleri ve buna bağlı olarak konuşma gelişimleri ancak sıradan yaşıtları arasında gerçekleşebilecektir.
Günümüzde başta Almanya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinde de Montessori okullarının bazılarında kaynaştırma eğitimi uygulanmaktadır. 1995 – 2000 yılları arasında İstanbul’da benzeri bir uygulama bir pilot proje olarak gerçekleştirilmiştir.